Ankara'dan haftasonu kaçmak, sehrin griliğinden kurtulmak için en keyifli alternatiflerden biri: BOLU...
Biz de ben Kerem'e beş aylık hamileyken iki gecelik bi' Bolu seyahati planladık. Otel olarak Abant yolu üzerinde bulunan ve göle yakın konumundan dolayı tercih ettiğimiz Abant Dört Mevsim Konağı'nında konakladık. Otel bir aile işletmesi. Öncelikle tüm güleryüzü ve samimiyetiyle bizimle ilgilenen Şerafettin Amca'ya hayran kaldık :)
Otelin kahvaltısı gerçekten beklentilerin üzerinde bi' harikalıkta :) Bir gün şömine başında bir gün bahçede çok güzel el değmemiş doğanın içinde kahvaltımızı yaptık. Benim hamile olmamdan mı yoksa ciğerlerimize dolan tertemiz havanın iştahımızı kabartmasından mı bilmem biten tabakları birkaç kez yenilettik ilk gün :) İkinci gün zaten Şerafettin Amca bizim iştahımızı çözmüş olmalı ki biz söylemeden fazla fazla getirdi her şeyi :)
İlk gün kahvaltımızı yaptıktan sonra Cumartesi günleri Mudurnu'da kurulan köy ürünleri pazarına doğru yola çıktık. E tabii organik beslenemeye ayrı bir önem veriyorum o zamanlar :) Kerem karnımda ya! Abant yolundan Mudurnu'ya köy yolu gibi bir yoldan gidiliyor. Ama aman Allah'ım o ne güzellik, o nasıl doğallık! Resmen büyülendim; yemyeşil bir doğa her yer çayır çimen. Küçük yerleşkelerin içinden geçiyoruz inekler, tavuklar. Camı sonuna kadar açtım Ankara'da hasret kaldığımız temiz hava içime dolsun diye. Sonra bir baktım en ufak bir gürültü yok, duyabileceğiniz tek şey kuş cıvıltıları. Mudurnu'ya vardığımızda kocaman bir tavuk heykeli karşıladı bizi. Sonra pazara ulaştık. Ürünler gibi insanlar da doğal, samimi. Dinleniyorsun, arınıyorsun.
Pazardan güzelce alışverişimizi yaptık, biraz Mudurnu'yu dolaştık. Bu arada başımızdan unutamayacağımız iki trajikomik olay geçti.
Kendi ürünlerini satan teyzeler çok tatlı. Bir teyzeye "Ispanak ne kadar?" diye sordum "3 lira" dedi. Ben de "Organik tabii o kadar olur heralde, bir tık pahalı ama neyse, alalım." diye düşündüm. "Tamam ver teyzecim" dedim. Teyze bütün ıspanağı doldurmasın mı? Meğer o anda orada bulunan bütün ıspanakların fiyatıymış 3 lira. Kıyamam. Hamile olduğumu farkedince yere serdiği ürünlerinden birkaç bir şey daha ekleyip tutuşturdu elime. Sonra da "Helal et kızım" dedi. Helal olsun teyzeme..."Sen helal et teyze" dedim. Ne kadar mütevazı ne kadar gönlü yüce insanlar var. Zaten hamileyim duygulandırdı beni pazarcı teyzem.
Sonra arabaya bindik canım dondurma istedi. Durduk aldık. Tam yola çıkıcağız kaldırımdan bir amca arabanın önüne atlamasın mı?? Ama hızımız 5 km falan yani zaten daha pazarın önündeyiz. Köylerde pazar olduğu günler insanlar yollara kadar taşar, trafik diye bir şey olmaz. Hızımızın 5-10 km den fazla olma ihtimali zaten yok da, ben yine de şok! Bu yavaşlıkta bu amca bize nasıl çarptı ya da biz mi ona çarptık :) Ne olduysa daha anlamadan, amcanın sesi geldi kulağımıza "ayyyh ayağım" diye bağırıyor. Elimizde dondurmalar :))))) Neyse Serdar hemen indi arabadan. Amcamı apar topar hastaneye götürdük. Bu arada hastanede 1 dakika uzaklıkta falan. Doktor adli vaka diye polisleri çağırmasın mı? Polisler gelip şüpheli kim ifadesi alınacak demesin mi?? Yine Mudurnu'nun ikinci en tatlı kişisine mi denk geldik yoksa bu insanların hepsi mi böyle tatlı bilmiyorum ama amcam söze girdi. "Bir dakika bir dakika onlar bana çarpmadı ben onlara çarptım" :)) Yahu yayanın arabaya çarptığı vaka olarak tarihe geçeceğiz, ama gülemiyoruz yani paniğiz bir yandan. "Hem hanım kızım hamile, gitsin onlar benim bir şeyim yok" dedi amca. Hele iki günlüğüne geldiğimizi öğrenince hiç kıyamadı çıkın gidin dedi. Numaramızı bıraktık "Bir şey olursa mutlaka ara" dedik. O da bize numarasını verdi "Gitmeden mutlaka bizim eve beklerim hanım sofra kursun." dedi. Zaten hamileyim ben yine duygulandım. Ne güzel insanlar var bu dünyada.
Sonra Abant Gölü'ne doğru tekrar yola çıktık. Gölün etrafında yürüyüş yaptık, balık ekmeklerimizi yedik. Atları izledik. Abant tabiat müzesini gezdik. Göl kenarında çayımızı içtik. Otelimize dönük.
İkinci güne güzel bir pazar kahvaltısıyla başladıktan sonra odamızı boşaltıp otelden ayrıldık. Gölcük Tabiat Parkı'nı da gezdikten sonra Ankara'ya dönüş yapacaktık çünkü. Gölcük Tabiat Parkı Abant'a göre daha yüksekte. Giriş kapısına ulaşmak için dağ yolundan yukarıya çıkarak ilerliyorsunuz. Gölcük Tabiat Parkı gerçekten tablo gibi. Bolu'ya gidip de Gölcük Tabiat Parkı'nı görmeden dönmeyin hata edersiniz. Tam olarak kartpostallık bir yer.
Pazar günü Gölcük'ten çıktığımızda acıkmıştık artık. Yemek için tercihimiz ise Abant yolunda bulunan Abant Şömine Et Mangal oldu. Mekanın manzarası çok güzel, yanından dere akıyor. Etleri lezzetli, ballı manda yoğurdu harika. İlgi alaka yerinde, kuş sesleri, dere sesi ve ormanın içinde bulunmanın verdiği mutluluğa lezzetli yemekler de eklenince kesinlikle tekrar tercih edeceğim bir mekan oldu.
Sonra vakit pazar akşamına erdiğinden göründü yine bize Ankara yolları.
Ama bu sefer sendromsuz stresten arınmış bir Pazartesi bekliyordu bizi.
Bolu'ya gitmişken,
- Kızılcık tarhanası ve Bolu patatesi almadan,
- Bolu'nun meşhur çikolatasını, alabalığı ve kuzu ızgaralarını tatmadan,
- Gölcük Tabiat Parkı'nı gezmeden,
- Mudurnu'nun güzel insanını ve eski Türk evlerini görmeden,
- Yaylalarından geçerken arabadan inip derin bir nefes almadan, dönmeyin. :)
En sevdiğim yerlerdendir Bolu. İleride orada yaşamayı bile isteyecek kadar severim.
Ankara'da doğaya, doğala hasretiz sonuçta :) Görüşmek üzere...
![]() |
Bolu yaylaları |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder